TUTUKLAMA ve TUTUKLAMADA ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİ
Tutuklamanın Niteliği ve Amacı
Tutuklama, ceza yargılamasında, şüpheli veya sanığın geçici olarak özgürlüğünün kısıtlanması şeklinde uygulanan koruma tedbirlerinden biridir. “Koruma tedbirleri” kavramı, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun dördüncü kısmının başlığı olarak kullanılmış ve tutuklama ile ilgili hükümlere de bu başlık altında yer verilmiştir.
Tutuklamanın nitelendirilmesinde neden koruma tedbiri kavramının kullanıldığı şüphesiz akla gelecektir. Bu durumu açıklığa kavuşturmak adına ilk olarak, Kanun’un bir sınıflandırma başlığı olarak kullandığı “koruma tedbirleri” kavramının ne anlama geldiği incelenmelidir. Koruma tedbirleri, ceza muhakemesinin gereği gibi yapılabilmesi veya hükmün infazının mümkün kılınması amacıyla muhakeme sürecinde başvurulabilen ve hükümden önce, gerektiğinde zor kullanmak suretiyle bazı temel hak ve özgürlüklere geçici müdahaleyi gerektiren işlemlerdir1.
İkinci olarak, koruma tedbirlerinden biri olan tutuklama işleminin uygulanma amacı üzerinde durulmalıdır. Tutuklama, temel olarak delillerin ve şüpheli veya sanığın koruma altına alınması amacını taşımaktadır. Bazı hallerde delillerin korunması ve şüpheli veya sanığın kaçma ihtimalinin ortadan kaldırılması için tutuklama tedbiri uygulanması gerekli hale gelmektedir. Nitekim amacı maddi gerçeğe ulaşmak olan ceza yargılamasında deliller en önemli ispat aracı olduklarından, bunların muhafazası büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, yargılama neticesinde verilecek hükmün sanık hakkında uygulanabilir olması için sanığın muhafazası gerekli olabilmektedir.
Tanımından ve amacından anlaşıldığı üzere tutuklama, ceza yargılamasının sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve neticelendirilmesi adına uygulanmakta olan bir araçtır. Sonuçları itibarıyla her ne kadar hapis cezası verilmesi ile aynı görülebilseler de tutuklama bu yönüyle hapis cezasından ayrılmaktadır. Hapis bir ceza, tutuklama ise bir tedbirdir2. Tutuklama, yargılama sürecinde başvurulan bir vasıta niteliğinde iken hapis cezası, kişi hakkında verilen mahkumiyet hükmünün sonucudur. Hapis cezası ile amaçlanan ise suçlunun ıslah edilerek topluma kazandırılması, suç işlenmesinin önlenmesi ve toplumun suçtan korunmasıdır.
Bu noktada belirtilmelidir ki tutuklama; yasal amacının bağlamından koparılarak bir cezalandırma aracı şeklinde kullanılamaz. Ceza yargılamasına hakim olan genel ilkelerden “masumiyet karinesi” gereği, suçluluğu yargı kararı ile sabit olmayan bir kişi suçlu sayılamaz. Kişilerin, haklarında yargı organlarınca verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü olmadan suçlu olarak addedilmeleri ve yasal koşullar oluşmadığı halde tutuklanmaları hukuk devleti olma ilkesine aykırıdır.
Tutuklamada Ölçülülük İlkesi
5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 100/1. maddesinin ikinci cümlesi; “İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” diyerek, tutuklama tedbirinin ancak soruşturma konusu eylemin ağırlığı ve bu eyleme karşılık verilecek ceza ile ölçülü (orantılı) olması durumunda uygulanabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Yine Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlere yapılacak kısıtlamaların ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını belirtmektedir.
Ceza yargılaması kapsamında uygulanan koruma tedbirlerinin tümü kişilerin temel hak ve hürriyetlerine kısıtlama teşkil eder. Örneğin bazı tedbirler kişi güvenliği ve özgürlüğüne (yakalama, gözaltı, tutuklama), bazı tedbirler bireyin özel hayatına (arama), bazı tedbirler haberleşme hürriyetine (iletişimin dinlenmesi) müdahale oluşturur3. Koruma tedbirleri içerisinde kişi hürriyetlerine en yüksek derecede müdahale teşkil eden tedbir ise şüphesiz tutuklamadır.
İşte ölçülülük (orantılılık) ilkesi bu noktada gündeme gelmektedir. Hakim, ölçülülük ilkesinin gereği olarak öncelikle amaca yeterli diğer tedbirlerin varlığını göz önüne almak zorundadır4. Örneğin, adli kontrol tedbiri yeterli ise tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır5. Zira 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 101/1. maddesinde de Cumhuriyet savcısının tutuklama isterken mutlaka adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiili nedenlere yer vermesi gerektiğine hükmedilmektedir. Ölçülülük ilkesinin bu şekilde doğru uygulanması sayesinde, ceza yargılaması amaca yönelik bir şekilde yürütülürken kişi hak ve hürriyetlerine de mümkün olduğu kadar az seviyede müdahale gerçekleştirilmiş olacaktır.
5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 100/1. maddesinin birinci cümlesinde; “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.” denerek, tutuklama kararı verilmesi bakımından hakime bir ölçüde takdir yetkisi tanınmıştır. Ancak bu durum, hakimin kendisine tanınan takdir yetkisini kullanırken tümüyle serbest olduğu anlamına gelmez. Hakim, kişi hak ve hürriyetleri konusundaki Anayasal esasları gözeterek takdirini Anayasa’nın ruhuna ve amacına uygun olarak kullanmalıdır6. Bir hukuk devleti olmanın gereği de budur.
Kaynakça
1 Şahin, Cumhur, Ceza Muhakemesi Hukuku, s.267.
2 Koparan, M. Reşat, Bir Koruma Tedbiri Olarak Tutuklama, TBB Dergisi Sayı 65, s. 155.
3 Turhan, Faruk, Ceza Muhakemesi Hukuku, s.199.
4 Koparan, M. Reşat, Bir Koruma Tedbiri Olarak Tutuklama, TBB Dergisi Sayı 65, s. 156.
5 Koca, Mahmut, Tutuklamada Orantılılık İlkesi Çerçevesinde Bir Koruma Tedbiri Olarak Yurtdışına Çıkarmama, www. jura. uni-sb. de/turkish/MKoca1. html – 105k – 11 Ocak 2006.
6 Nizamoğlu, Meltem, Tutuklama Tedbirinde Orantılılık İlkesi, TBB Dergisi, 2000/2, s.483.

Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliğinde Yapılan 23/08/2022 Tarihli Değişiklikler
Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanan Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik 23 Ağustos 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. 1 Ekim 2022 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek düzenleme, mesafeli sözleşmelere önemli değişiklikler getirmektedir. Buna göre:
- Mesafeli sözleşme platform (aracı hizmet sağlayıcının mesafeli sözleşme kurulmasına aracılık etmek üzere oluşturduğu sistem) üzerinden yapılıyorsa tüketicilere ön bilgilendirme yapılmasından, sağlayıcı ile birlikte aracı hizmet sağlayıcısı (ör. hizmet sağlayıcının ürün veya hizmetini elektronik ortamda satmasına aracılık eden alışveriş sitelerini işleten şirketler) da sorumlu olacaktır. Ön bilgilendirme; satılan mal veya hizmetin niteliklerine ve fiyatına ilişkin bilgiler, satıcı hakkında bilgiler, cayma hakkına ilişkin şartlar gibi hususları kapsamaktadır. Aracı hizmet sağlayıcısı, ön bilgilendirmenin yapılmasının yanı sıra belirli hallerde bu bilgilerin doğruluğundan ve bu bilgilerin ilgili platformda yer alan reklamları ile uyumlu olmasından da sorumlu olacaktır.
- Tüketicinin şikayetlerini iletebilmesi için satıcı veya sağlayıcı ile aracı hizmet sağlayıcıya ait iletişim bilgileri tüketici ile paylaşılacaktır. Mesafeli sözleşme platform üzerinden yapılıyorsa, bu bilgilerin tüketici ile paylaşılmasından yine satıcı veya sağlayıcı ile birlikte aracı hizmet sağlayıcı da sorumlu olacaktır.
- Aracı hizmet sağlayıcıları, platform üzerinden kurulan mesafeli sözleşmelerden doğan hak ve yükümlülüklerin kullanım süresi boyunca tüketicilerin; cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimine, sözleşmenin feshine dair bildirimine, bedel iadesi talebine, satıcı veya sağlayıcı ile yaptıkları işlemlere ilişkin kayıtların talebine ve teslimat veya ifaya ilişkin talep ve şikayetlerine ilişkin talep ve bildirimlerini iletebilmelerine ve takip edebilmelerine elverişli bir sistemi kurmak ve bu sistemi kesintisiz olarak açık tutmakla yükümlü olacaktır.
- Tüketici, cayma hakkını kullandığına dair bildirimi satıcı ve sağlayıcının yanı sıra aracı hizmet sağlayıcısına da iletebilecektir. Platform üzerinden kurulan mesafeli sözleşmelerde aracı hizmet sağlayıcı, tüketicinin cayma beyanını gönderebilmesi için platform üzerinde gerekli sistemi kurmak ve tüketicinin iletmiş olduğu cayma beyanının kendisine ve satıcı veya sağlayıcıya ulaştığına ilişkin teyit bilgisini tüketiciye derhal iletmekle yükümlü olacaktır.
- Tüketicinin cayma hakkını kullandığı durumda malı satıcıya gönderme süresi cayma bildiriminin yöneltildiği tarihten itibaren 14 güne çıkarılmaktadır. Tüketici, ön bilgilendirmede kararlaştırılması ve satıcının öngördüğü taşıyıcı ile iadesinde tutarına yer verilmesi halinde teslim masraflarını geçmemek üzere iade masrafını karşılamakla yükümlü olacaktır. Ancak, tüketiciye teslim edilen malın ayıplı olması durumunda tüketici iadeye ilişkin masraflardan sorumlu tutulamaz. Tüketicinin talep etmesi halinde iade masrafı, kendisine iade edilecek mal veya hizmet bedeli ile teslimat masraflarından mahsup edilebilecektir.
- Taraflar arasında aksi önceden kararlaştırılmadıkça, tüketici tarafından cayma hakkı kullanılamayacak mesafeli satış sözleşmelerine eklemeler yapılmıştır. Buna göre artık, tüketiciye teslimi yapılmış olan cep telefonu, akıllı saat, tablet ve bilgisayarlara ilişkin sözleşmeler, taşıt ve drone başta olmak üzere ilgili resmi sicillerine kayıt ve tescili zorunlu olan taşınırlar, canlı müzayede şeklinde açık artırma yoluyla akdedilen sözleşmeler ve tanıtma ve kullanma kılavuzunda satıcı veya yetkili servis tarafından kurulum veya montajının yapılacağı belirtilen mallardan kurulum ya da montajı yapılanlara ilişkin sözleşmelerde tüketici cayma hakkı kullanamayacaktır.
- Önceki düzenlemeye göre satıcı veya sağlayıcı mal satışlarında, tüketicinin siparişinin kendisine ulaştığı tarihten itibaren en geç otuz günü içerisinde edimini ifa etmek zorundaydı. Yeni düzenleme ile bu duruma istisna getirilmiş ve “tüketicinin isteği veya kişisel ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanan mallar” otuz günlük azami teslim süresinin kapsamından çıkarılmıştır.

TCK ve CMK’da Yapılan 27/05/2022 Tarihli Değişiklikler
7406 sayılı “Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, 27 Mayıs 2022 tarihli 31848 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. TCK’da yapılan değişikliklere paralel olarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) da değişiklikler öngörülmüştür.
TCK’da yapılan düzenlemeler:
- Kasten öldürme suçunun nitelikli hallerini düzenleyen TCK 82. Maddesine eklenen (f) bendi ile kasten öldürme suçunun kadına karşı işlenmesinin cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak belirlenmiştir.
- Kasten yaralama suçunu düzenleyen TCK 86. Maddenin ikinci fıkrasına eklenen cümle ile basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek kasten yaralama suçunun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırının altı aydan az olamayacağı kararlaştırılmıştır.
- İşkence suçunu düzenleyen TCK 94. Maddenin ilk fıkrasına eklenen cümle ile işkence suçunun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırının beş yıldan az olamayacağı kararlaştırılmıştır.
- Eziyet suçunu düzenleyen TCK 96. Maddenin birinci fıkrasına eklenen cümle ile eziyet suçunun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırının iki yıl altı aydan az olamayacağı kararlaştırılmıştır.
- Tehdit suçunu düzenleyen TCK 106. maddenin ilk fıkrasına eklenen cümle ile tehdit suçunun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırının dokuz aydan az olamayacağı kararlaştırılmıştır.
- TCK’ya 123/A Maddesi eklenerek, “ısrarlı takip suçu” adı altında yeni bir suç tipi düzenlenmiştir.
- “Kamu Hizmetlerinden Yararlanma Hakkının Engellenmesi” başlıklı TCK 113. Maddesine, suçun konusunun “sağlık hizmeti” olması halinde cezanın artırılacağını öngören fıkra eklenmiştir.
CMK’da Yapılan Düzenlemeler:
- CMK 100. Maddede yer verilen, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedeni var sayılabileceği öngörülen ve “katalog suçlar” olarak bilinen suçların kapsamı genişletilmiştir. Buna göre, daha önce katalog suçlar arasında yer verilen “silahla işlenmiş kasten yaralama” ifadesi “kasten yaralamaya” dönüştürülmüş, silahla kasten yaralamaya ek olarak, kasten yaralama suçunun “beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı” ve “canavarca hisle” işlenmesi nitelikli halleri katalog suçlara eklenmiştir.
- Yine aynı düzenleme ile “Kadına karşı işlenen kasten yaralama suçu” ve “Sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu” da katalog suçlar arasına girmiştir.
- Mağdur ile şikayetçinin haklarını düzenleyen CMK 234. Maddesinde yer verilen, soruşturma ve kovuşturma evresinde vekili bulunmaması halinde baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme hakkının kapsamı genişletilerek, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlara “çocukların cinsel istismarı veya ısrarlı takip suçları ile kadına karşı işlenen kasten yaralama, işkence ve eziyet suçları” da eklenmiştir.
- Uzlaştırmayı düzenleyen CMK 253. Maddesinin uzlaşma yasağını düzenleyen üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle “soruşturması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda” öngörülen bu yasak kapsamına “ısrarlı takip suçu (TCK 123/A)” da eklenmiştir. Yani TCK’ya yeni dahil edilen ısrarlı takip suçunun uzlaştırma kapsamında olmayacağı kararlaştırılmıştır.
Ayrıca 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na madde eklenmek suretiyle “Kamu kurum ve kuruluşları ve Devlet üniversitelerinde görev yapan hekim ve diş hekimleri ile diğer sağlık meslek mensuplarının sağlık mesleğinin icrası kapsamında yaptıkları muayene, teşhis ve tedaviye ilişkin tıbbi işlem ve uygulamalar nedeniyle idare tarafından ödenen tazminattan dolayı ilgilisine rücu edilip edilmeyeceğine ve rücu miktarına, ilgilinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanıp kullanmadığı ve kusur durumu gözetilerek” karar verme yetkisi verilen Mesleki Sorumluluk Kurulu oluşturulmuştur.
Döviz Cinsinden ve Dövize Endeksli Sözleşmeler Hakkında Düzenleme Yapıldı (21/04/2022)
19/04/2022 tarihli, 31814 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Karara İlişkin Tebliğ (Tebliğ no:2008-32/34)’de değişiklik yapılmasına dair tebliğ (Tebliğ No: 2022-32/66) ile yürürlükte bulunan “Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin Tebliğ (Tebliğ no:2008-32/34)’in 8. Maddesi’nin 9. Fıkrasında değişiklik yapılmıştır. Değişiklik yapılan ilgili madde şu şekildedir (yapılan değişiklik koyu renkli olarak gösterilmiştir):
“Türkiye’de yerleşik kişilerin kendi aralarında akdedecekleri; taşıt satış sözleşmeleri dışında kalan menkul satış sözleşmelerinde sözleşme bedelini ve bu sözleşmelerden kaynaklanan diğer ödeme yükümlülüklerini döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak kararlaştırmaları mümkündür. (Ek cümle: RG-19/4/2022-31814) Ancak sözleşme konusu ödeme yükümlülüklerinin Türk parası cinsinden yerine getirilmesi ve kabul edilmesi zorunludur.”
19 Nisan 2022 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren bu değişiklik ile beraber taşıt satış sözleşmeleri dışında kalan menkul satış sözleşmelerinde, sözleşme bedelini ve bu sözleşmelerden kaynaklanan diğer ödeme yükümlülüklerini döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak kararlaştırılması hala mümkün iken bunların ödemelerinin Türk Lirası üzerinden gerçekleştirilmesi artık zorunludur.

İptal Edilen Düğün Organizasyonunun Ücreti Hakkında Yargıtay Kararı (20/03/2022)
Düğün yapacak çift, düğün salonu işletmecisiyle sözleşme imzaladı. Sözleşmede; düğün için yapılacak organizasyona dair birçok detaya yer verildi ve düğün salonu işletmecisine kaparo olarak bir miktar para verildi. Ancak düğün yapacak çiftin nişanı bozması sebebiyle, düğün organizasyonu sözleşmede kararlaştırılan tarihe 30 gün kala iptal edildi.
Düğün salonu işletmecisi, düğün sahibi ile imzaladığı sözleşmede yer alan yükümlülüklerini yerine getirdiğini, sözleşmede belirlenen tarih ve saatte farklı bir düğün organizasyonu yapılmadığını ancak sözleşmede belirlenen tarihten sadece 30 gün önce sözleşmenin iptal edildiğini gerekçe göstererek, bakiye kalan bedelin ödenmemesi nedeniyle düğün sahibi hakkında icra takibi başlattı. Düğün sahibi icraya itiraz edince takip durduruldu.
Takip eden hukuki sürecin sonunda dava dosyasını inceleyen Yargıtay 3. Hukuk Dairesi önemli bir karara imza attı. Yüksek mahkeme, taraflar arasındaki sözleşmede yer alan; “Alınan kaparo iade edilemez. Merasimden vazgeçildiği takdirde aynı tarihli gün ve saat satılmaz ise anlaşmadaki ücret tam alınır” şeklindeki maddenin haksız şart olduğunu belirtti. İlgili kararda şu ifadelere yer verildi:
“Sözleşme sırasında, organizasyon öncesinde işletmenin herhangi bir iptal durumuna karşı almış olduğu 500 TL kaparonun işletmenin iptal edilen geceyi tekrar satamasa dahi sadece düğün salonu yeri kiralama zararı için yeterli olduğu anlaşılmaktadır.
Mahkemece söz konusu yerin satılamaması halinde uğranılan menfi zararları da karşılar nitelikte karar verildiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, bilirkişi raporuna göre karar verildiği anlaşıldığından Adalet Bakanlığı’nın bu yöne ilişen kanun yararına bozma isteği yerinde görülmemiştir.”
Böylece Yüksek Mahkeme tarafından, düğün sahibi tarafından verilmiş olan kaparonun, iptal edilen düğün organizasyonu sebebiyle düğün salonu işletmecisinin uğradığı zararı karşılamaya yeterli olduğu, bu nedenle organizasyon için taraflar arasında kararlaştırılan ücretin kalan kısmının düğün sahibinden talep edilemeyeceği yönünde karar verilmiş oldu.

Eşinin Geçmişe Ait Sağlık Bilgilerini Temin Eden ve Yayan Kişi Hakkında Anayasa Mahkemesi Kararı (18/03/2022)
Karı-koca arasında görülmekte olan boşanma davasında, kadın, evlendikten sonra migren ataklarının arttığını ve bu durumun da eşinden kaynaklandığını öne sürdü. Bunun üzerine doktor olan koca, bu iddianın aksini ispatlamak amacıyla yaptığı araştırma sonucunda, eşinin evlenmeden önceki döneme ait hastane raporları ve teşhis-tedavi bilgilerine ulaştı. Doktor olan koca, ulaştığı bu belge ve bilgileri boşanma davası kapsamında mahkemeye delil olarak sundu. Bunun üzerine eşi tarafından görevi kötüye kullanma, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi ve paylaşılması suçlarını işlediği iddiasıyla şikayet edildi.
Şikayeti değerlendiren Başsavcılık, eylemin mahremiyetin ve özel hayatın ihlali olarak nitelendirilemeyeceğine karar verdi. Başsavcılık kararına Sulh Ceza Hakimliği nezdinde yapılan itiraz da reddedilince konu Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Anayasa Mahkemesi, yaptığı incelemede şu değerlendirmelerde bulundu:
“Başvurucunun gördüğü tedaviler ile sağlık durumuna ve geçirdiği hastalıklara ilişkin bilgilerin başvurucuya ilişkin kişisel veri niteliğinde olduğu, kişisel veri mahiyetindeki bilgilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesinin ve açıklanmasının da mevzuatta suç olarak düzenlendiği açıktır.
Soruşturmanın etkili ve özenli şekilde yürütülmesi konusunda kamusal makamlarca üstlenilmesi gereken pozitif yükümlülüğün gerektirdiği şartların somut olayda yerine getirilmediği değerlendirilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi, şikayetçi eşin kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiğine hükmederek, konu hakkında yeniden soruşturma yapılmak üzere dosyanın Başsavcılığa gönderilmesine karar verdi. Anayasa Mahkemesi böylece, şikayetçi eşin itirazını haklı bulmuş oldu.

Yalaka Demenin Hakaret Suçu Oluşturmadığına Dair Yargıtay Kararı (12/03/2022)
Bir iş için gittiği kamu kurumunda memurlara öfkelenen vatandaş, memurlara yönelik olarak “Sizler yalakasınız” dedi. İlgili memurların şikayeti üzerine hakaret suçlamasıyla hakkında soruşturma başlatılan vatandaş Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandı.
Sanık hakkında, memurlara yönelik olarak sarf ettiği “yalaka” sözü sebebiyle hakaret suçu işlediği gerekçesiyle mahkumiyet kararı verildi. Ancak müracaat üzerine dava dosyasını inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesi söz konusu mahkumiyet kararını bozdu. İlgili kararda şöyle denildi:
“Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir.
Olay günü sanıkların müştekilere söylediği kabul edilen ‘’Sizler yalakasınız’ şeklindeki sözlerin, muhatapların onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici, kaba ve nezaket dışı hitap tarzı niteliğinde olduğu, dolayısıyla hakaret suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı gözetilmeden, sanıkların beraatı yerine mahkûmiyetine karar verilmesi yasaya aykırıdır.”

İnternet Üzerinden Satışlarda Dolandırıcılık Hakkında Yargıtay Kararı (02/03/2022)
İnternet üzerinden cep telefonu satma vaadinde bulunarak, müşterilere cep telefonu yerine salatalık, sigara bırakma cihazı, oyuncak gibi ucuz malzemeler gönderen bir şahıs, “nitelikli dolandırıcılık” suçlaması ile yargılandığı davadan beraat etti. Soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcısının temyiz başvurusu üzerine dava dosyasını inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesi, önemli bir karara imza attı.
Kararda, satışı yapan şahsın eyleminin nitelikli dolandırıcılık suçuna vücut verdiğine dikkat çekilerek; “Olayda sanığın bir internet sitesinde cep telefonu satışı için ilan verdiği, mağdurla 150 TL’ye satış konusunda anlaşıldığı, ortadadır. Anlaşılan ücretin sanığın verdiği hesaba yatırıldığı ancak sanığın gönderdiği koli açıldığında içinden sigara bırakma cihazının çıktığı belirlenmiştir.” denildi.
Yüksek Mahkeme, müşteriye gönderilen kargodan cep telefonu yerine sigara bırakma cihazı çıkmasına ilişkin olarak, bu iki ürünün karıştırılmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı değerlendirmesinde bulundu. Ayrıca, yapılan incelemede sanığın farklı mağdurlara yönelik de benzer eylemlerde bulunmuş olduğuna ve bu konuda hakkında başka davalar da adına açılmış olduğuna dikkat çekildi.
Yargıtay 15. Ceza Dairesi kararında; “Sonuç olarak sanığın baştan itibaren dolandırıcılık kastıyla hareket ettiği ve fiilinin Türk Ceza Kanunu’nun.158/1-f maddesinde düzenlenen bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir. Mahkeme kararının bozulmasına oy birliği ile hükmedilmiştir” hükmünde bulunarak, sanık hakkında verilmiş olan beraat kararını bozdu.

İstifa Etmeden Önce Başka İşyeri ile Anlaşan İşçi Hakkında Yargıtay Kararı (01/02/2022)
Yargıtay Milyonlarca özel sektör çalışanını yakından ilgilendiren bir karara imza attı. Yüksek Mahkeme, fesih için haklı sebepleri bulunan bir işçinin, fesih tarihinden sonraki işsizlik sürecini ve geçim koşullarını dikkate alarak, fesihten önce başka bir işe başvurmuş olması ve bu başvurusunun kabul edilmesinin feshin kötü niyetli olduğu sonucunu doğurmayacağına dikkat çekti.
Bursa’nın İnegöl ilçesinde özel bir şirkette çalışan İ.K., İş Kanunu Madde 24/2-e hükmü uyarınca iş akdini haklı sebeple feshettiğini işyerine bildirerek, işçilik alacaklarının tahsili amacıyla dava açtı. İnegöl İş Mahkemesi, davanın kısmen kabulüne karar vererek, işçinin kıdem tazminatı talebini reddetti. Mahkeme buna gerekçe olarak; davacının davalı iş yerinde çalışmakta iken kamu kurumuna atanmak üzere hazırlık işlemleri yaptığını, atanmasına ilişkin sürecin kesinleşmesi üzerine iş sözleşmesini haklı sebeple feshettiğini beyan etmiş ise de gerçek iradesinin başka kurumda çalışma olgusu olduğu sabit olmakla davacının kıdem tazminatına hak kazanamayacağına dikkat çekti.
Mahkeme kararını hem davacı hem de davalı avukatı istinafa götürdü. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi’nin; “Davacının gerçekteki iş akdinin fesih gerekçesinin memuriyete geçmek olduğu anlaşılmakla kıdem tazminatı talebinin reddi usul ve yasaya uygun bulunmuştur.” gerekçesi ile başvuruyu reddetmesi üzerine davacı işçi kararı temyiz edince devreye Yargıtay 9. Hukuk Dairesi girdi.
Emsal nitelikte bir karara imza atan Daire, dava konusu olay bakımından istifa eden işçinin başka bir iş bulmasının kötü niyetli olmadığına dikkat çekti. Kararda şöyle denildi:
“Fesih için haklı sebepleri bulunduğunu iddia eden bir işçinin, muhtemel fesih tarihinden sonraki işsizlik sürecini ve geçim koşullarını nazara alarak, fesihten önce başka bir işe başvurmuş olması ve bu başvurusunun kabul edilmesinden sonra, iş sözleşmesini feshetmesi, işverenden kaynaklanan haklı fesih olgusunu ortadan kaldırmayacağı gibi bu feshin kötü niyetli olduğu sonucunu da doğurmaz. Zira burada fesih iradesinin doğduğu anda değil de sonradan açıklanması, makul kabul edilebilir insanî kaygılardan kaynaklı olup, işvereni zarara uğratma kastı da bulunmadığından, hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilmesi yerinde olmayacaktır. Hülasa; haklı fesih sonucunu doğuran sebepler işverenden sadır olup, davacı işçilerce bu hak fiilen yeni işe başlanılmasından evvel kullanıldığı gibi fesihten önce iş başvurusu yapılıp kabul edilmesinden sonra kullanılmasının da makul kabul edilebilir insani kaygılardan kaynaklı olduğu anlaşılmıştır. Bu hakkın dürüstlük kuralına aykırı kullanıldığının kabul edilmesi hakkaniyet ve adalet ilkesi ile de bağdaşmayacağından, uyuşmazlığın Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi’nin kararı doğrultusunda giderilmesine karar verilmiştir.”
Sosyal Medya Üzerinden İşlenen Hakaret Suçunda Failin Tespiti Hakkında Yargıtay Kararı (29/01/2022)
Yargıtay 4. Ceza Dairesi, sosyal medya üzerinden hakaret suçu işlendiği iddiası üzerine yürütülen bir soruşturma sonucunda, failin tespitinin mümkün olmaması gerekçesi ile verilen kovuşturmaya yer olmadığı (takipsizlik) kararı üzerine yapılan başvuru neticesinde önemli bir karara imza attı.
Karara konu olayda, şüpheli …. , Facebook uzantılı sosyal medya hesabından; “Kendi tipine önce bak kadin veya erkek olduğun belli deyil serefsiz” şeklinde bir paylaşım yapmış, bunun üzerine hakkında şikâyetçi olunmuş ve soruşturma başlatılmıştır. Soruşturmayı yürüten Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı, Facebook isimli sosyal paylaşım sitesi ile ilgili olarak yapılan istinabe taleplerinin, sitenin faaliyet merkezinin bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri (ABD) adIî makamlarınca cevaplanmadığı, açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen şüpheli hakkında kovuşturma imkanı bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın kaldırılması için yapılan başvuru ise Denizli 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından reddedilmiştir.
Bunun üzerine yapılan başvuru neticesinde Yüksek Mahkeme; Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından öne sürülen gerekçeyi tek başına yeterli bulmamış, ABD makamlarının failin kimliğinin tespitine ilişkin taleplere nasıl olsa cevap vermeyeceğinden hareketle, Başsavcılığın hiçbir soruşturma işlemi yapmaksızın doğrudan kovuşturmaya yer olmadığı (takipsizlik) kararı vermesini hukuka aykırı bulmuştur.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi söz konusu karar gerekçesinde; “ABD makamlarının istinabe taleplerine ilişkin bilgi vermediği, bu nedenle sosyal paylaşım siteleri aracı kılınmak suretiyle iddia edilen eylemin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği yönündeki bilgilerin elde etme imkanının teknik ve hukuki açıdan mümkün olmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmişse de, CMK’nın 172/1. maddesindeki, kovuşturma olanağının bulunmaması hallerinin somut olayda mevcut olmadığı, dosya kapsamında hiç bir soruşturma işleminin yapılmadığı anlaşılmış, söz konusu sosyal medya hesabı ile ilgili açık kaynak araştırması yaptırılması, şüphelinin kimlik bilgilerinin kolluk marifeti ile tespitinin sağlanması, tespiti durumunda ifadesinin alınması ve sonucuna göre karar verilmesi, tespit edilemediği takdirde ise daimi arama kararı alınarak dava zamanaşımı süresince soruşturmaya devam edilmesi gerekirken, etkin soruşturma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ve bu karara yapılan itirazın kabulü yerine reddedilmesi hukuka aykırı bulunduğundan, kanun yararına bozma talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.” demektedir.