DİNİ DEĞERLERİ AŞAĞILAMA SUÇU
Kamuoyunda ve basın yayın organlarında zaman zaman gündeme gelen “dini değerleri aşağılama suçu”nun kanuni tanımı, Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesinin 3. fıkrasında yapılmaktadır. “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu” başlığını taşıyan 216. maddenin ilgili fıkrasında; “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” denmektedir.
Kanun maddesinde görüldüğü üzere suçun unsurlarının oluşması için halkın bir kesiminin benimsediği dini değerlerin aşağılanması, aşağılama eyleminin alenen gerçekleşmesi ve aynı zamanda eylemin kamu barışını bozmaya elverişli olması gerekmektedir. Suçun unsurlarının açıklığa kavuşturulması adına her üç şartın ayrı ayrı tanımlanması gerekmektedir:
Dini değerler ile kastedilen, Yargıtay uygulamasına göre inanç sistemi, dini büyükler, ibadet yer ve şekilleri gibi o inanışı temsil eden ve inananlarca dini kıymet atfedilen her türlü şeydir. Aşağılama ise doktrine göre; “değer vermemek, önemsiz, anlamsız, gereksiz ve yararsızlığını belirterek kişilerdeki saygı ve güven duygularını sarsmak” anlamında kullanılmaktadır.
Eylemin alenen gerçekleşmesi, Yargıtay’a göre, eylemin herkesin okuyup görebilmesi mümkün ve muhtemel olan yerlerde gerçekleşmesi demektir. Yani gerçekleşen eylemi herkesin veya birçok kimsenin okumuş veya görmüş olup olmadığı önemli olmayıp, önemli olan eylemin herkes veya birçok kişi tarafından görülebilecek bir yerde sergilenmesidir.
Kamu barışını bozmaya elverişli olmaktan anlaşılması gereken ise, yine Yargıtay’ın görüşüne göre aşağılama fiilinin, barış esasına dayalı bir hukuk toplumunda yaşadıklarına dair bireylerin taşıdığı duyguyu zedelemesi veya zedeleme ihtimalinin somut biçimde ortaya konmasıdır.
Suçun unsurlarına dair bu şekilde açıklamalar getirilmiş olsa da dini değerlerin aşağılanması ve kamu barışını bozmaya elverişlilik unsurları bakımından tartışmalı konular mevcuttur. Nitekim sorun, bu kavramların sınırları net olarak belirlenmiş bir karşılıkları olmamasında toplanmaktadır.
Dini Değerleri Aşağılama Unsuru
Dini değerlerin maneviyata dayalı özü itibarıyla tam anlamıyla objektif kriterlere dayalı bir tanımlama yapma imkanı yoktur. Bununla birlikte hangi eylemin aşağılama hangi eylemin ise ifade özgürlüğü kapsamına girdiği tartışma konusudur.
Uluslararası sözleşmeler ve Anayasal ilkelere göre temel hak ve özgürlükler; kamu güvenliği ve düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, kamu sağlığı ve başkalarının haklarının korunması gibi belirli şartlara bağlı olarak kısıtlanabilir.
Ancak ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerin olabildiğince dar yorumlanması gerektiği, sınırlandırma için önemli bir toplumsal gereksinim veya zorunluluğun bulunması, bu sınırlandırmanın meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması, sınırlandırmada asla aşırıya gidilmemesi ve her hal ve koşulda sınırlandırmanın bireysel ve toplumsal gelişimi zedelemeyecek ölçüde olması görüşü genel ve yoğun bir kabul görmüştür.
Tüm bu değerlendirmelerden anlaşılması gereken, ifade özgürlüğü ile dini duygular arasında bir denge gözetilmesi gerektiğidir. Demokratik bir toplum için son derece önemli olan ifade özgürlüğü, toplumsal barışı açık bir şekilde bozacak durumlarda kısıtlanabilecektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de bu yönde bir uygulaması olduğu görülmektedir. Örneğin, Mahkeme bir kararında; “AİHS 9. maddede garanti altına alınan düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, inananların dini inançlarına saygı hususu, dinen kutsal sayılan nesnelerin kışkırtıcı biçimde temsil edilmesi dolayısıyla ihlal edilmiş görülebilir. Bu tür kışkırtıcı temsiller demokratik toplumun bir unsuru da olması gereken hoşgörü ruhunun kötü niyetli biçimde ihlali olarak görülebilir. Sözleşmenin bir bütün olarak ele alınması ve böylelikle 10. maddenin uygulanması ve yorumunun, söyleşmenin mantığıyla uyumlu olması gerekir.” yargısında bulunmaktadır. Yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din özgürlüğünü düzenlediği 9. maddesiyle ifade özgürlüğünü düzenlediği 10. maddesinin birlikte yorumlanması gerektiği ifade edilmektedir.
Kamu Barışını Bozmaya Elverişlilik Unsuru
Suçun bu unsuru ile ilgili en önemli husus, kamu barışının bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak ortaya konmuş olması gerekliliğidir. Yani failin aşağılama eylemi neticesinde gerçekten de kamu barışının bozulacağı tehlikesini gösteren olgular bulunmalıdır. Örneğin, fiil nedeniyle toplumda oluşan bir infial hali ya da taşkınlık derecesinde gösteriler düzenlenmesi, bu türden olgular olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan fiilin medyada (sosyal medya dahil) tartışma konusu haline gelmesi, tek başına kamu barışını bozmaya elverişli olduğuna dair bir olgu olarak değerlendirilmemelidir. Nitekim bir fiile karşılık olarak toplumdaki farklı birey ya da kesimlerin değişik türden tepkiler vermesi normaldir. İşte bu değişik türden tepkiler sebebiyle konunun tartışmalı hale gelmesi de beklenen sonuçtur. Şayet tartışma konusu oluşturan her fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olduğu kabul edilirse ifade ve düşünce özgürlüğü aşırı derecede kısıtlanmış olacak ve sanki tartışma konusu olan her fiilin suç olduğuna dair yanlış bir algı oluşacaktır. Bu durumun da toplumun tartışma kültürüne büyük zarar vereceği ve medya mecralarının adeta birer yargılama alanına dönüşmesine yol açacağı açıktır.