TUTUKLAMA ve TUTUKLAMADA ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİ
Tutuklamanın Niteliği ve Amacı
Tutuklama, ceza yargılamasında, şüpheli veya sanığın geçici olarak özgürlüğünün kısıtlanması şeklinde uygulanan koruma tedbirlerinden biridir. “Koruma tedbirleri” kavramı, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun dördüncü kısmının başlığı olarak kullanılmış ve tutuklama ile ilgili hükümlere de bu başlık altında yer verilmiştir.
Tutuklamanın nitelendirilmesinde neden koruma tedbiri kavramının kullanıldığı şüphesiz akla gelecektir. Bu durumu açıklığa kavuşturmak adına ilk olarak, Kanun’un bir sınıflandırma başlığı olarak kullandığı “koruma tedbirleri” kavramının ne anlama geldiği incelenmelidir. Koruma tedbirleri, ceza muhakemesinin gereği gibi yapılabilmesi veya hükmün infazının mümkün kılınması amacıyla muhakeme sürecinde başvurulabilen ve hükümden önce, gerektiğinde zor kullanmak suretiyle bazı temel hak ve özgürlüklere geçici müdahaleyi gerektiren işlemlerdir1.
İkinci olarak, koruma tedbirlerinden biri olan tutuklama işleminin uygulanma amacı üzerinde durulmalıdır. Tutuklama, temel olarak delillerin ve şüpheli veya sanığın koruma altına alınması amacını taşımaktadır. Bazı hallerde delillerin korunması ve şüpheli veya sanığın kaçma ihtimalinin ortadan kaldırılması için tutuklama tedbiri uygulanması gerekli hale gelmektedir. Nitekim amacı maddi gerçeğe ulaşmak olan ceza yargılamasında deliller en önemli ispat aracı olduklarından, bunların muhafazası büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, yargılama neticesinde verilecek hükmün sanık hakkında uygulanabilir olması için sanığın muhafazası gerekli olabilmektedir.
Tanımından ve amacından anlaşıldığı üzere tutuklama, ceza yargılamasının sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve neticelendirilmesi adına uygulanmakta olan bir araçtır. Sonuçları itibarıyla her ne kadar hapis cezası verilmesi ile aynı görülebilseler de tutuklama bu yönüyle hapis cezasından ayrılmaktadır. Hapis bir ceza, tutuklama ise bir tedbirdir2. Tutuklama, yargılama sürecinde başvurulan bir vasıta niteliğinde iken hapis cezası, kişi hakkında verilen mahkumiyet hükmünün sonucudur. Hapis cezası ile amaçlanan ise suçlunun ıslah edilerek topluma kazandırılması, suç işlenmesinin önlenmesi ve toplumun suçtan korunmasıdır.
Bu noktada belirtilmelidir ki tutuklama; yasal amacının bağlamından koparılarak bir cezalandırma aracı şeklinde kullanılamaz. Ceza yargılamasına hakim olan genel ilkelerden “masumiyet karinesi” gereği, suçluluğu yargı kararı ile sabit olmayan bir kişi suçlu sayılamaz. Kişilerin, haklarında yargı organlarınca verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü olmadan suçlu olarak addedilmeleri ve yasal koşullar oluşmadığı halde tutuklanmaları hukuk devleti olma ilkesine aykırıdır.
Tutuklamada Ölçülülük İlkesi
5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 100/1. maddesinin ikinci cümlesi; “İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” diyerek, tutuklama tedbirinin ancak soruşturma konusu eylemin ağırlığı ve bu eyleme karşılık verilecek ceza ile ölçülü (orantılı) olması durumunda uygulanabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Yine Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlere yapılacak kısıtlamaların ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını belirtmektedir.
Ceza yargılaması kapsamında uygulanan koruma tedbirlerinin tümü kişilerin temel hak ve hürriyetlerine kısıtlama teşkil eder. Örneğin bazı tedbirler kişi güvenliği ve özgürlüğüne (yakalama, gözaltı, tutuklama), bazı tedbirler bireyin özel hayatına (arama), bazı tedbirler haberleşme hürriyetine (iletişimin dinlenmesi) müdahale oluşturur3. Koruma tedbirleri içerisinde kişi hürriyetlerine en yüksek derecede müdahale teşkil eden tedbir ise şüphesiz tutuklamadır.
İşte ölçülülük (orantılılık) ilkesi bu noktada gündeme gelmektedir. Hakim, ölçülülük ilkesinin gereği olarak öncelikle amaca yeterli diğer tedbirlerin varlığını göz önüne almak zorundadır4. Örneğin, adli kontrol tedbiri yeterli ise tutuklama tedbirine başvurulmamalıdır5. Zira 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 101/1. maddesinde de Cumhuriyet savcısının tutuklama isterken mutlaka adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiili nedenlere yer vermesi gerektiğine hükmedilmektedir. Ölçülülük ilkesinin bu şekilde doğru uygulanması sayesinde, ceza yargılaması amaca yönelik bir şekilde yürütülürken kişi hak ve hürriyetlerine de mümkün olduğu kadar az seviyede müdahale gerçekleştirilmiş olacaktır.
5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 100/1. maddesinin birinci cümlesinde; “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.” denerek, tutuklama kararı verilmesi bakımından hakime bir ölçüde takdir yetkisi tanınmıştır. Ancak bu durum, hakimin kendisine tanınan takdir yetkisini kullanırken tümüyle serbest olduğu anlamına gelmez. Hakim, kişi hak ve hürriyetleri konusundaki Anayasal esasları gözeterek takdirini Anayasa’nın ruhuna ve amacına uygun olarak kullanmalıdır6. Bir hukuk devleti olmanın gereği de budur.
Kaynakça
1 Şahin, Cumhur, Ceza Muhakemesi Hukuku, s.267.
2 Koparan, M. Reşat, Bir Koruma Tedbiri Olarak Tutuklama, TBB Dergisi Sayı 65, s. 155.
3 Turhan, Faruk, Ceza Muhakemesi Hukuku, s.199.
4 Koparan, M. Reşat, Bir Koruma Tedbiri Olarak Tutuklama, TBB Dergisi Sayı 65, s. 156.
5 Koca, Mahmut, Tutuklamada Orantılılık İlkesi Çerçevesinde Bir Koruma Tedbiri Olarak Yurtdışına Çıkarmama, www. jura. uni-sb. de/turkish/MKoca1. html – 105k – 11 Ocak 2006.
6 Nizamoğlu, Meltem, Tutuklama Tedbirinde Orantılılık İlkesi, TBB Dergisi, 2000/2, s.483.